Kasım 5 2013

İtalya bir rüyadır… 3 (VENEDİK)

Yolculuk…

Floransa’da kalmaya doyamadığımız tasarım dağ otelimizden sabah 6.00’da ayrıldık. Sabah uyandığımızda gün doğmaya hazırlanıyordu. Toscana manzarası ile vedalaşıp arabamıza atladık. Sabahı öyle güzel ki… Dağdan kıvrıla kıvrıla inerken camları sonuna kadar açıyoruz, dere kenarları, ağaçların kökleri ve yeşillikleri takip ederek bol bol oksijen depoluyoruz. Bugün planımızda Venedik var. Venedik, yolculuğumuzda en çok gitmeyi istediğimiz ancak yolculuğumuzun son durağı olmasıyla bize bitecek tatilimizi hatırlatan bir cennet köşesiydi. Yaklaşık 3 saatlik bir yolculuk dümdüz otobanlarda geçti. İlginçtir. Kamyonlar ardarda yığılmış ve herkes kendi şeridindeydi. Asla şerit ihlali yapmadılar ve böylece varmayı planladığımız sürede otelimize varabildik. Daha önce otel araştırırken Venedik’te kanallara açılan otellerin çok pahalı olduğunu görmüştük. Bu nedenle booking.com üzerinden yaptığımız araştırmada tren istasyona 2 dakika mesafede bir otel keşfetmiştik. Hotel Floris (Mestre bölgesinde ve hava alanına taksiyle 15 dakikada varabiliyorsunuz. Otel personeli taksiyi istediğiniz zaman ayarlıyor. Otel ve Marco Polo havaalanı arası taksi ile 35 euro). Tertemiz, yerleşmiş bir mahalle içerisinde, her ihtiyacınızı karşılayabileceğiniz bir süpermarketin tam karşısında yer alıyordu.

1. Gün

Telaş…

Eşyalarımızı apar topar bırakıp Venedik’i keşfetmeye karar verdik. Bu arada arabamızı da vermemiz gerekiyordu (bu lüks arabadan ayrılmak zor oldu kabul edelim) İtalya’da bir şehirde kiraladığınız arabayı başka şehirde verebiliyorsunuz. Sabah 10’da son teslimi olan arabayı geciktirmeyelim diye ödümüz koptu (malum daha fazla euro harcamak istemiyoruz). Biraz gecikseniz de sıkıntı olmuyormuş, rahatladık 🙂

Keşif…

Venedik’te kanalları anakaraya bağlayan tren hatları oldukça gelişmiş durumda. 1.sınıf ve 2.sınıf vagonlar birbirinden ayrılmış durumda. Herkes yerini biliyor, kesinlikle kural ve yer ihlali yapılmıyor. Biletleri biletmatikten (artık çok iyi öğrenmiştik) aldıktan sonra geldik Büyük Kanal’a.  Sanki İstanbul’un iki yakası birbirine yaklaşmış izlenimi veriyor. Gondolcular, deniz taksileri, sandallar… her yerde. Öylece yere oturuyoruz. İçimize işleyene kadar Büyük Kanal’ı izliyoruz. Şimdi büyük kanalı takipteyiz, kanal boyunca ilerliyoruz. Nereye gittiğimizi bilen yok, zaten bilmeye gerek de yok… Zaman durdu sanki… Geri dönüşümüzde vapuretto dedikleri gişelere yanaşıp adalara giden biletlerden alıyoruz (kişi başı 20 euro). Gişelerden ilk geçişte süreniz başlıyor (Bir günlük, 2 günlük gibi seçenekler bulunmakta). Hatta yaşa göre indirimler de var. Biletler nasıl olsa cebimizde diye düşünüp adalar gezimizi bir sonraki güne bırakıyoruz.

Keşfe devam…

Venedik’te her yer birbirine benziyor ve kaybolma riskiniz çok yüksek. Tabii ki geri dönebiliyorsunuz ancak haritanız yanınızda yoksa ara sokaklarda 1-2 saat yol bulmaya çalışmanız mümkün (zira turistlerin ellerinde haritalar ve her köşe başında “tren istasyonuna nasıl gidilir” sorusu)

Maskeler, Deriler, neler neler….

Minicik köprülerin üzerinden iç taraflara doğru ilerlerken kendimizi adeta bir karnavalın ortasında buluyoruz. Uzun dar sokaklar sanki maske ile kaplanmış. Her yerdeler. Deriden yapılmış anahtarlıklar, cüzdanlar, kemerler, irili ufaklı çantalar… Değişik tasarımlar var burada. Maskelerle, magnetlerle, derilerle uğraşırken keyfimiz yerine geliyor. Farklı tasarım dükkanlarında yüzlerce maske çeşidini inceliyoruz.

 

Meydana doğru…

San Marco Meydanına bu yüzden 3 saatte varıyoruz 🙂 Güvercinleri o denli bol ki; elinizi kolunuzu açmaya görün hemen konuveriyorlar her yerinize. Bu arada cafelerin fiyatları bu meydanda oldukça yüksek. Meydanın özelliği birbirine birleşik dev yapılardan oluşması ve ortasında göğe yükselen bir çan kulesi oluşu. Ancak Venedik öyle büyülü ki, kendimizi sokaklarda gezmekten alamıyoruz. Öylesine dolaşıyoruz. Bu kendin ruhu başka bir yere benzemiyor. Gondolları seyre dalıyoruz. Amacımız İtalyan karizmasını yansıtan bir gondolcu bulmak. Bu nedenle girdiğimiz sıradan daha karizmatik gondolcu bulmak için kimi zaman çıkıyoruz 🙂

 

Ah o şarkılar…

Tabii gördük gondolda şarkı söyleyen ve akordiyon çalan kişileri…İlla ki böyle gondola binelim istiyoruz. Sesleri muhteşem mini kanallardan geçerken sesleri evlerin duvarlarında yankılanıyor, neşeli ve hüzünlü şarkılar Venedikte yüzlerde bir tebessüm bırakmaya yetiyor. Ardından bakakalıyorsunuz. Ancak gerçeklere dönmek o kadar zor değil. Çalgılı gondol 200 euro, sadece gondolcunun var olduğu gondol 80 euro. Karar vermemiz 1 sn. sürüyor. Dediğim gibi önemli olan gondolcuya karar vermek. Burada ciddi gondol trafiği var.

 

Çalgılı gondollar yanımızdan geçince çok seviniyoruz. Bir de gondolda şampanya açanlar, şarap içenler var ki (nasıl bunu düşünemedik diye hayıflandık, sırt çantamızdaki şarapları Büyük Kanal’ın denize açılan kısmını seyrederek yudumladık!) Daracık sokaklardan geçiyoruz gondolumuzla. Trafikte kazalar olmasın diye evlerin köşelerine büyük yansıtıcı aynalar koymuşlar. Gondolcumuz arada bir ıslıkla bir şarkı mırıldanıyor (ah bir söylese, ne de olsa İtalyan! Neşeli birşeyler mırıldansa..) Bir yandan da bize geçip gittiğimiz yollardaki otelleri, özelliklerini, Venedik’in yazını, kışını anlatıyor. Binalarla ilgili tarih bilgilerini dinlerken, evlerin dev gölgelerle bezediği kimi zaman bir gondolun zor sığdığı mini kanallardan, güneşin ışıl ışıl oynaştığı Büyük Kanal’a çıkıyoruz. İşte Venedik’in iki yakası. Müzik, balkonlardan sarkan rengarenk çiçekler (rutubet çiçeklere böyle mi yarar!). Turist akını var her yerde, neşeli İtalyan konuşmaları aralarda, tuhaf aksanla İngilizce konuşmalar, gondol sırasını dert eden biz Türkler (Türk teyzelerden oluşan bir grup)…

Ya o şaraplar…

Gondol sonrası karnımızın iyice acıkmasını fırsat bilip karın doyurmanın iyi bir restoran aramaya başladık. Venedik’in ara sokaklarında gezerken mini şarap dükkanlarına rastlamak mümkün. Damacana su şişelerinin içinde en az 30 farklı şarap. Siz sadece nasıl bir tat aradığınızı söyleyin. Bu arada yanınızda pet şişe getirmeyi sakın unutmayın. 1 lt.si en fazla 3.5 euro. Elimizdeki tüm su şişelerini farklı şaraplarla doldurduk (Floransa’da şarap tadımına ve bağa gidemedik diye üzülmüştük). Tam karşısında farklı İtalyan peynirleri satan bir dükkandan ekmek arası peynir aldık (karabiberli ve yoğun tatlı).  İşte size yemek! daha ne olsun!

Gece vakti daracık yollar…

Bir kişinin ancak geçebileceği dar yollarda yürüyoruz. Bir gelin, bir damat ve diğerleri peşisıra. Tüm erkeklerin yakasında beyaz gül ve tüm kadınlar pastel renkli şatafatlı olmayan elbiselerle arkadaşlarının sevincine ortak oluyorlar. Ve çiçek atılıyor…Ve eve giriliyor… Kadınlar, erkekler öyle şık ki, kol kola Venedik sokaklarından evlerine dağılıyorlar, sanki her yer gecenin karanlığına inat pembe-beyaz.

Ertesi gün adalara gitme düşünceleri ile rüyalara dalıyoruz…

 

2.Gün

 

Cam adası Murano’ya yolculuk…

Rota belli. Vapurettoya atlayıp Murano’ya (cam adası) gidiyoruz. Venedikten yaklaşık yarım saat uzaklıkta Murano, küçük Venedik sanki. Cam ustalarının cam yapımına tanıklık ediyoruz. Tüm dükkanları dolaşıp rengarenk camlara bakıyoruz. Murano’ya gidip de Murano saati alınmaz mı? (15-18 euro) Cam takılar, biblolar, saatler, hayvan motifli kol düğmeleri (tabii ki cam)… Burada ne ararsanız camdan. Biraz alışveriş (hala maske almadık ama alacağımız yeri belirledik). Biraz yemek (makarna, makarna ve makarna)

 

Dantel adası Burano’ya yolculuk…

Masal diyarından bir an..

“Bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar rengarenk evlerin olduğu, çiçeklerle bezeli, çocukların avlularda coşkuyla oynadığı, herkesin birbiriyle sohbet ettiği, ufak dükkanlarda kadınların el emeklerini gelecek müşteriler için hazırladığı, dantel elbiselerin, dantel yelpazelerin vitrinleri süslediği bir ülke varmış. Akşam olduğunda kepenkler kapanırken bir şarkı başlarmış. Güzel sesli yaşlı adamlar, akşam bir araya gelerek bir restoranın bahçesine oturur, en güzel şarkılarını söylemeye başlarlarmış. Halk çevrelerinde toparlanır, bir de akordiyon onlara eşlik edermiş. Yollarda isteyenler bu ezgi ile valsin kollarına kendilerini bırakırlarmış. Tini mini hanımlar evlerine gitmek üzere hazırlanırken, gençleri bu meydandan geçerek başka masalların hayalini kurarlarmış…”

…..Gökten üç elma düşmüş… Birisi Gezgin Kedi’nin başına, birisi onunla gezenlerin başına, birisi de bu üçlemeyi sabırla okuyanların başına….

 


Copyright 20254541. All rights reserved.

Posted 5 Kasım 2013 by kk_admin in category "Genel