Ekim 24 2013

İtalya bir rüyadır… 1 (ROMA)

Gitmeye hazırlık…

Bir rüyayı görmeden önce onu oluşturan şartları göz önünde bulundurmak gerekir. Şimdi, öncelikle İtalya hazırlıklarından bahsetmek isterim ki, gezimizi anlamlı kılan detayları da gözden geçirebilelim. En önemli şey vize almak. Hele daha önce yurt dışına çıkmamışsanız bizim gibi gözünüzde büyütüp büyütüp gezinizden bile vazgeçirebilir sizi. Neyse ki, bunu yapan aracı firmalar var, yani tek başınıza başvuru yok 🙂 . Ankara’da IDATA adlı firma üzerinden gereken evrakları toparlayıp başvuruda bulunmanız çok kolay oluyor. Konsolosluk size bir randevu veriyor ve o tarih saatte sizi görmek istiyor. Sonrasında 1-2 gün içinde pasaportunuz teslim. Burada önemli olan birşey var:http://kertenkerem.net/wp-includes/js/tinymce/plugins/wordpress/img/trans.gifKonsolosluk bize randevu tarihini uçuş rezervasyonumuzdan sadece 5 gün önce verdi. Genelde de öyle oluyormuş. Bu nedenle daha ucuz uçak bileti alabilecekken stres yaşadık ve biraz pahalıya mal oldu (vize çıkar mı çıkmaz mı diye düşündüğümüzden uçak bileti lamayı geciktirdik, ancak vize çıkmasını beklerseniz zaman geçtikçe uçak bileti pahalanıyor). Bir sonraki yurt dışı seyahat planımızda önce ucuz uçak biletlerini alıp sonra vizeye başvurmaya karar verdik (çok uğraşıp ağzımız yandığı için biraz bunu açıklamak istedim).

Yolculuk…

Ankara’dan İstanbul aktarmalı Roma uçağına bindik ve gece 1 civarında Roma’ya indik. Saatlerinizi 1 saat geri almayı unutmayın :))) Ucuz uçak biletini gece bulduğumuz için “4-5 saat havalimanında bekleriz nolur sanki” diye düşündük, acaip sıkıcıydı. Bu arada yerlerde yatanlar mı istersiniz, valizini açıp içine yatanlar (!) mı. (İşin bu kısmının can sıkıcı olduğunu kabul etmeliyim) Sabah 5.30’a kadar dinlenmeye çalıştık. Sabaha karşı, anneannemin “orada yiyecek birşey bulamazsınız” diyerek yaptığı, bizim de burun kıvırdığımız (yine de anneannedir, bir bildiği vardır diyerek valizimize son anda koyduğumuz) tatlı-tuzlu poğaçaları bir güzel yedik. Sabah ilk tren ile kalacağımız otele vardık.

 

1.gün

Otelimizi daha önce www.booking.com üzerinden ayırtmıştık. Genelde Termini civarı tercih edilse de otel baktığımız dönemde (yine vize çıkar mı çıkmaz mı diye düşünüyorduk) o civar otellerinde yüzde 98 doluluk görünüyordu. Bu nednele biraz araştırarak Appio Latino bölgesi Giovanni semtinde City Room B&B adlı otelde kaldık. Metro istastonuna oldukça yakındı ve Roma içerisinde her 2 metro hattını bu sayede rahatlıkla kullanabildik. Ayrıca, otobüsle ulaşımı da vardı. Kaldığımız otel sahibi bizi yolda karşıladı ve otelimize yerleştirdi (otel, eski bir roma apartmanının 1. ve 5. katında hizmet veriyor, mutfak ortak kullanım alanı; banyo tuvalet her odanın içinde var), gezeceğimiz yerleri bir haritada işaretleyerek Roma Pass Card almamızı önerdi (30 euro). Sabah 9’da yürüyerek Collosseum’a vardık. Roma Pass alarak 3 gün 2 müzeye ücretsiz, diğer müzelere indirimli giriş hakkı ile, 3 gün boyunca tüm toplu taşımalardan ücretsiz yararlanma hakkı kazanmış olduk (bu kartın kalacağınız gün sayısına göre farklı versiyonları da var). Epeyce zaman geçirilecek koca bir tarihle karşı karşıya kalarak her yerini gezmeye gayret gösterdik (Bazıları içine girmeye gerek yok diyor ama iyi ki girmişiz. Ayrıca istendiği takdirde ufak ücretlerle sesli rehber kiralanabiliyor ya da belirli saatlerde denk gelirseniz bir tur rehberi eşliğinde de gezebiliyorsunuz). Ardından rotamız Roma Forum’du. Burada biraz sıcağa kaldığımız için zorluk çektik; çünkü kapalı bir yeri maalesef bulunmuyor. Yukarı taraflarına çıkıp manzara seyretmeye değer. İlginç ve heybetli yapıları ile biraz Efes’i andırıyor. Yaz aylarında Roma’ya gitmenin çok zorlu olabileceğini düşünüyorum. Biz gittiğimizde Eylül başıydı ve havaların ılıklığından istifade edebildik. Ancak susuzlukla ilgili birkaç şey yazmadan edemeyeceğim. Su çok PAHALI! Genelde 1-2 euro civarına satılıyor ve parayı verirken içiniz gidiyor. Roma adımlanarak keyifle gezilebilecek bir yer ve bu da çok susatıyor. Neyse ki; bolca çeşme var ve her çeşmeden su içebileceğimiz söylendi. Şişelere doldurup bir sonraki çeşmeye kadar gezimize devam ediyorduk. Yollarda gezerken “aa, burada da birşey var…” dediğimiz yerlerin bir çoğunun devlet daireleri olduğunu da anladık. Ayrıca yol boyu performans sanatçılarını izlemek de keyifliydi (beraber fotoğraf çekinmek 1 euro).  Sularımızı içip daracık Roma sokaklarında yürümeye devam ederken “Roma’nın düğün pastası” diye adlandırılan bembeyaz bir yapı karşımıza çıktı (Roma’da öyle fazla tarihi ese, kalıntı, tarihi bina var ki, bir çoğu haritada gezilecek yerler arasında bile değil!). Bembeyaz mermerden yapılmış Vittorio Emanuele 2 abidesi tüm görkemi ve dev heykelleri ile kesinlikle gezilmeye ve görülmeye değer. En üst katında Roma’nın işlek caddelerini görebiliyorsunuz,  hepsi yeşil pencereli tarihi yapılar, arnavut kaldırımlı sokaklar, düzenli caddeler ve farklı budanmış çam ağaçlarını seyretmeye doyamıyorsunuz. Bu yapının içinde askeri müze de var. Artık yorgunluğumuzu (yol yorgunluğunu da eklersek) hissettiğimiz sıralarda yemek yeme vaktimizin geldiğiniz anladık ve ilk pizzamızı yedik! Daha önce giden arkadaşlarımızdan aldığımız bilgide pizzaların da pahalı olduğunu ve dilim pizzaların hem büyük hem de ucuz olduğunu öğrenmiştik. “Solo Pizza” yazan bir yer bulup minik bir dükkanda (dilimi 3 euro) koca dilimli pizzalarımızı keyifle yedik ve dinlendik. Otele dönerken otel sahibimizin önerdiği süpermarkete girip (orada genelde küçük büfeler var, bizimki gibi zincir marketler çok az, bulursanız kaçırmayın) bize birkaç gün yetecek ton balığı (acılısı harika!), değişik peynir çeşitleri, sandviçler, mini ekmekler bol bol su (gece susarsak diye) ve içecek tedarik ettik. Otelimizde dinlendikten sonra rotamızı “aşıklar çeşmesi” olarak  belirledik. Önce ara sokaklarda ilk günümüzün şerefine bulduğumuz bir İtalyan lokantasında şefin tavsiyesi pizza, makarnalar ve ona eşlik eden ev şarabı ile bir güzel karnımızı doyurduk (pizzaları gerçekten çok lezzetli, farklı ve hafif; fiyaları ise tuzlu: Bir tabak makarna 13 euro ve bir pizza 9 eurodan başlıyor. Şarap herşeyden daha ucuz 🙂 marketlerde 3 euroya bile chianti üzümünden horoz damgalı şarap (iyi olduğu söylendi) bulabiliyorsunuz. Lokantalarda ise 1 litre ev şarabına 4 euro veriyorsunuz). Tavsiyem herşeyi yarı yarıya arkadaşınızla paylaşın. Gayet doyurucu oluyor. Karnımız tok, sırtımız pek şu meşhur çeşmenin yolunu tuttuk. Daracık sokaklardan ilerlerken önce suyun sesini duyuyorsunuz, gece gitmişseniz karanlığı yaran ışıklandırılmış dev heykellerle bezeli aşıklar çeşmesi karşınızda duruyor. Tabii ki dilek dileyip paramızı attık ve doyasıya seyrettik. Gece minik caz barların önlerinden geçip keyfimiz yerinde ve ruhumuz heykellerle süslenmiş olarak otelimize döndük.

 

2.gün

Sabah yatağımıza gelen İtalyan tarzı aşırı tatlı kahvaltımızla güne başladık. Erkenden Vatikan’a gitmeye karar verdik. Vatikan’a gidecekseniz gününüzün büyük çoğunluğunu ayırmalısınız. Biz “Roma Pass var, kuyruk beklemeyiz” diye boşuna sevinmişiz. Kapıdaki görevli Burası “Vatikan Roma değil, ayrıca ibadethane” diyerek bizi kuyruğun sonuna gönderdi. Kuyruk gözünüzü korkutmasın, çabuk eriyor. Bu sırada Vatikan turu (sistine şapeli’ni kapsayan) satmak isteyen birçok kişi etrafınızı sarıyor (35-40 euro). Biz kabul etmedik ve kendimiz gezeriz dedik. Ancak Sistine Şapeli önceden rezervasyon edileceği için giremeyeceğimizi öğrendik 🙁 Vatikanın içinde gezerken ihtişamına kapılıp kendimizden geçtik ve heykele doyduk. Sanırım en ihtişamlı heykeller orada! (bir daha melekler ve şeytanları izlemeye karar verdik). Daha sonra en üste çıkmaya karar verdik (vatikana girmek ücretsiz, tepesine çıkmak merdivenle 5 euro, merdiven ve asansör kullanımı 7 euro). 2 euronun sandviç parası olduğuna kanaat getirip genç olduğumuzu kendimize hatırlatarak merdivenle çıkma serüvenimiz başladı. Döne döne çıktığınız ve bitmeyeceğini sandığınız merdivenlerden çıkmaya başladık (en çok kuyruk beklediğimiz yer yukarı çıkmak için bilet alma yerinde beklediğimizdi, bir ara vazgeçmeyi bile düşündük). Yukarısı harika! Vatikan’ın üzerini taç gibi süsleyen, aşağıdan küçücük görünen dev aziz heykellerini arkadan ve yakından görüyorsunuz. Ayrıca Roma’yı tepeden izlemek, haritayı elimize alarak yeni rotalar belirlemenin keyfi de muhteşemdi (Sadece Vatikan için bir sayfa ayırmaya değer…). Mini sandviçlerimizi yedikten sonra Castel Sant’angelo (giriş saatini kaçırdığımız için çevresini gezebildik) gezimize dahil oldu. Hadrian köprüsünü seyredip,  Tiber nehri kıyısından sokak satıcıları ile sohbet edip biraz da alışveriş yaparak Navona Meydanına (Piazza Navona) çıktık (işte burada insan ruhunu teslim edebilir).  Kocaman bir meydan düşünün… Tarihi binalarla çevrilmiş, her binanın balkonundan rengarenk çiçekler sarkmış… Tüm bina altları restoran ve tüm meydanda sokak sanatçıları, performans sanatçıları, caz, dans…Ne ararsanız var. Meydanda 3 büyük çeşme var (4 nehir çeşmesi, Neptün çeşmesi ve Moor Çeşmesi). Çok hareketli ve canlı bir meydan… Boydan boya dolaşıyoruz, seyrediyoruz, gülüyoruz, keşfediyoruz, eğleniyoruz ve akşamına şarap içmeye karar verip; yağlıboya tablolardan alıp  oradan ayrılıyoruz. Roma’da dondurma yemeden olmaz. Blue Ice markasını önermişlerdi.  O da pahalı. Külahta alırsanız 6 euro. Bitirmesi oldukça güç ve bizim dondurmamızın yerini tutmaz. Krema gibi çabucak eriyen bir dondurma. Dondurmalarımızın erimesine fırsat vermeden ve daracık roma sokaklarında evlerden sarkan sarmaşıkları izleyerek Pantheon’a vardık.” Tüm tanrıların tapınağı” taş ve yekpare bir kubbenin gökyüzüne açılan tek penceresiyle mimari harikasıydı. Elimizdeki rehberlerden aldığımız bilgi ile tapınağı incelmeye çalıştık. Buradan sonra “şu aşıklar çeşmesini bir de gündüz gözüyle görelim” kararına varıp yeniden yola koyulduk. Gecesi daha etkileyici. Yorgunluktan bitap düşerek metroya binip otelimize geri döndük. Bu kez yemek otelde. Gece, Giovanni’de gördüğümüz tarihi yerlerin ışıklı halini gezdik.

 

3.gün

Sabah planımıza Villa Borghese’yi aldık (Önceden yakalayabilirseniz akşam 8’de buranın bahçesinde Romeo ve Juliet gibi eserler opera/bale olarak sergileniyor). Daha önceden müzesi için rezervasyon yaptırmamız gerektiğini öğrenmiştik. Şahane bir ormanın içinde 4 kişilik bisikletle tur attık ve çok eğlendik. Ardından yemyeşil yollardan geçerek Popolo Meydanına çıktık.  Via del Corso (alışveriş caddesi diyelim :)) istikametine yürüyerek ufak tefek alışverişlerimizi yaptık ve tabii ki pizzalarımızı yedik.  Ardından başlayan hafif yağmura aldırmayarak İspanyol Merdivenlerine her turist gibi oturup resim çektirdik. Otele vardığımızda yağmur hala devam ediyordu. Karnımızı doyurup dinlendikten sonra, yağmura aldırmayarak Navona Meydanın’da şarap içmeye gittik. O kadar yağmur yağmasına rağmen sokaklarda göl oluşmuyordu ve mecburiyetten 7 euroya aldığımız şemsiyemiz bizi korumaya yetti 🙂 Bu meydanın akşamı da bambaşka… Ertesi gün Roma’dan ayrılacak olmamıza üzülerek Floransa rotamız hakkında konuştuk.

 

Keşke fırsatımız olsaydı…

Bu arada caz müzik severler için bir fırsat var Roma’da. Tramjazz. Biz bilet bulamadığımız için gidemedik. Antik Roma’da üstü açık bir otobüste mum ışığında yemek yiyerek geziyor ve canlı jazz performanslarını dinliyorsunuz. Ücreti 65 euro. Bunu kaçırdığımıza üzüldük..

 

Roma’da son gün…

4. günün sabahı 2 günlüğü (Romadan alıp Venedik’e bırakmak üzere) 300 euroya bir araba (inanamadık ama Mercedes A serisi bir araba verdiler) kiralayarak (Termini’den kiralıyorsunuz) erkenden Roma’dan ayrıldık…

 


Copyright 20254541. All rights reserved.

Posted 24 Ekim 2013 by kk_admin in category "Genel